Katkıda bulunanlar

Cumartesi, Eylül 10, 2011

süreç

Karalarımdaki trajedi bulutu negatif elektrikle yükleniyor. Delirme emareleri arandığını da hissediyorum. İçe kapanıklık mutlaka bir soruna işaret ediyor. Bazı ağaçlar ayakta ölürler, bazı kanser türleri neredeyse hiç belirti vermez ve bazı insanlar da herkesin içinde yalnızdırlar.

Benim peşime düşenler var, sessizliğimi bir şeylere yoranlar. Ben dertlendikçe dertlenenler var ve ben bazen onların bana birkaç adım atmasını isterken onlar çoktan benim peşimde yollarını yitirmişler. N'nin bana destek olmasını isterken ona öyle bir yıkım hediye ettim ki, ne yapacağını bilemiyor. Bana da bayrak açamadı, açamıyor. Öyle bir ikileme soktum ki onu, ne benim kararlarıma karşı durabiliyor, ne de atacağım adımların toz duman edeceği hayatımıza dair mantıklı planlar, hazırlıklar, yığınaklar yapabiliyor. Tanrı biliyor ya, öyle bir durum yarattım ki, maddi dünyanın tüm sıkıntılarını yükleyiverdim onun sırtına. Gelecek zaten belirsizken, güvensizken şimdiki durum içinden daha da çıkılmaz bir karanlığa götürecek bizi. Burada, bizi bir arada tutan maneviyatın da yıpranacağını görmemek imkansız. En büyük bağlılıkların bile ayaklarımız altındaki dünyayla yaşamsal bir bağı vardır. Bu bağı kopartmak demek, hem de ellerimizle, işte bu bazen yapılacak en büyük hatadır.

İşin garibi, böyle bir hatayı otuz yaşından sonra yapmanın hiçbir rasyonel açıklaması da yoktur. Benim kendime dair iddia ettiğim, şu meşhur “zihnim daha yeni açılıyor, şu olgunluk ne güzel şey yahu” tezimin yapılabilecek en keskin ve acımasız bir şekilde çürütülmesi de yine bana mı kalacaktır? İnsan en çok kendini yerden yere vurur. Bazen doğumundan beri vurur, bazen sadece bir an, bazen son nefesini verirken... ama eğer yapacaksa, bunu en iyi, en etkili ve -tekrar ve vurgulayarak- en acımasız şekilde kendisi yapar. Yaptıktan sonra kimseye bir faydası yok. Kaybedilmişlileri telafi etme şansı yok. Kırdıklarını onarma şansı yok. Sadece “ama ben bunu yapmak istiyordum, hayallerimin peşinden gittim” savunusunu savurur. Böyle bir egoistliğin de insan aleminde yeri mutlaka vardır, çok eski bir gelenekten gelir. İnsanın kötü doğası, ya da insan doğasının kötü tarafları vardır. Satırların yazarı da baltanın çokça girdiği ama budandıkça daha gür çıkan bu doğa parçasında önünü açmaya çalışmaktadır. Çalıştıkça, geride bıraktığı en yakın vaha ile bağlantısının kopacağını bilmektedir. Ve tam da bugünlerde yönünü doğuya çevirip insanın kabullenici, kolaycı, kaypak doğasına yönelmesi de olasıdır. Etrafındaki bir elin parmalarını geçmeyecek sayıdaki insan ile irtibatını kesmiştir artık, onların söyleyeceklerini dinlemiş, onlara söyleyeceklerini söylemiştir. Bundan sonra olacaklar bir süreç meselesidir. Süreç ilerleyecek, işler belli bir raddeye gelecek, ondan sonra da karar verilecektir. Şimdi M, belirsizliğin besleyip korkuların büyüttüğü domuz kuyruklu, açılabileceği kadar açılmış gözleriyle ve etrafına ezercesine bakarak doğan bir çocuğu evlatlık vermenin veya bağrına basmanın zorunluluğunun yaklaştığı o sürecin ilk adımlarını atmaktadır.

Bir de şu gerçek var ki, bir mucizenin yaşanmasına bağlanan umut, gece uyuyabilmenin ilaçlarından birisidir. Ne de olsa sabah yine aynı kabusa uyanılacağından, bari geceyi huzurlu geçirmek gerekir.

Hiç yorum yok: